Hasan İbn-i Sabbah

Hasan Sabbah kimdir? - Yeni Akit

  


    Ünlü düşünür Polat Alemdar’ın da dediği gibi ‘’ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm ben senin için yaşamayı göze almışım’’  diyerek başlanabilecek bir yazı değil tabiî ki de. Çünkü anlatacağımız mesele Kurtlar Vadisi’nden de önce gerçekleşmiş bir mesele. Yani işte siz düşünün ne kadar eski olduğunu 😀

            Yine bir şahsiyetten bahsetmek istiyorum bu yazımda, kendisini yazılmaya değerli kılan aslında bir çok sebep sayılabilir. Mesela neredeyse bin yıl önce yaşamış olmasına rağmen hala dünyada üniversite tezlerinin, doktora araştırmalarının, birçok yerli ve yabancı romanın konusu olmayı başarabilmiştir. Hatta günümüz teknolojisinin ürünlerinden olan video oyunlarına bile konu  olmuştur. Bu konuya ilgili olanlar bilir aslında; köklü oyun şirketlerinden ‘’Ubisoft’’un serisini yaptığı ‘’Assassin’s Creed’’ oyunu da bu arkadaşımızdan uyarlanarak piyasa sürülmüş ve çok fazla ilgi  görmüştür. Tüm bunların dışında günümüz istihbarat servislerinin de temel dayanağı olarak gösterilen kahramanımız Alamut Kalesi diyince akla gelen Hasan İbn-i Sabbah’dan başkası olamaz. Meseleyi  çok karıştırmadan geçelim  yaşananları sırası ile anlatmaya.                                                                                        

            Hasan bey rivayetlere göre 1050 yılında İran’ın Kum şehrinde, daha sonraları anasını ağlatacağı dünyaya teşrüf buyurmuşlardır. Hasan Sabbah’ın kendini anlatmak için yazdığı Sergüzeşt-i Seyyidina adlı eserinde kendisinin aslında Himyeri Krallığının soyundan geldiğini söylemektedir. Galiba Sn. Sabbah bu duruma arkadaşlarını inandıramayınca kitaba yazma gereği duymuş olmalı.

Hasan Sabbah:

*-Bakın ben Himyeri Kralının soyundanım!

Arkadaşları:

*- Aynen aynen zaten bizde Selçuklu Hanedanlığı soyundanız!!

            Hasan Sabbah Çeşitli şehirlerde dini ve felsefi eğitimler alarak kendini muazzam bir şekilde geliştirmiştir. Yani adam kafayı kullanabilmiş, malum biz kafayı kullanmamak için elimizden geleni yaptığımız için. Bir rivayet de derki Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizamülmülk aynı zamanda aynı medresede eğitim görmüşler ve yakın arkadaş olmuşlardır. Hatta bu yakın arkadaşlar birbirlerine de söz vermişler ve kim başarılı olursa diğerlerini de kurtaracak diye anlaşmışlar. Hasan pek bişey becerememiş Ömer zaten dayanmış alkole vurmuş şiirin gözüne bi olmuşsa Nizamülmülk adam olmuş. Söylenen odur ki oda bunları kurtarmış ama Hasan beyimiz gözü kankisinin koltuğuna dikince işler değişmiş ve dostluk bitip yerini düşmanlığa bırakmış. Nasıl entrika ama. Yine bir dost kazığı yine bir arkadan bıçaklamalı ihanet senaryoları 🙄. Fakat gel gör ki bu hikaye gerçeği yansıtmamaktadır çünkü Mr. Sabbah ile Nizamülmülk arasında 30 yıl gibi bir zaman vardır.

            Ömrü hayatı boyunca o zamanın şartlarına rağmen birçok yer dolaşıp birkaç yerden de kovulan Hasan Sabbah sürekli güncellediği teorik bilgisinin yanına birde kazandığı tecrübeleri eklemiştir. Çok okuyan mı, yoksa çok gezen mi sorusuna yaşamıyla çok gezerken okuyan diye cevap vermiş adeta. Gezilerinin çoğunu İran içinde gerçekleştirdikten sonra İran’ın kuzeyinde bulunan Deylem bölgesini gözüne kestirmiştir. ‘’Ya ben Deylem’i alırım yada Deylem beni’’sözünü söylemeyi düşünmüş fakat bunu Fatih Sultan Mehmed’in söylemesinin daha yerinde olacağını fark etmiştir 😛. Deylem bölgesinin özelliği İslam dinini kılıç zoruyla kabul etmemesi ve toprakları çok çor fethedilen savaşçı bir halktan oluşmuş olmasıdır.  Planladığı faaliyetlerini bu bölgede yürütmeye karar veren Hasan bey  Kavzin şehrine yerleşmiş ve hayatının aşkı olan Alamut Kalesini de buradayken gözüne kestirmiştir.

            Alamut Kalesi stratejik olarak saldırılması ve ele geçirilmesi çok zor olan bir kaledir. Sarp  bir dağın yamacında ulaşımı tek bir yol ile sağlanan bu kale dev bir çelik kasa gibi korunaklı ve sağlam bir yapıya sahiptir.  Deylem Hükümdarlarından biri tarafından inşa edilenkale için anlatılan rivayetlerden biri der ki ; kaleyi inşa ettiren hükümdar kartalını uçması için serbest bırakıyor ve kartalın konduğu bu kayalık alana kalenin yapılmasını emrediyor, bu nedenle de kalenin ismi kartalın öğretisi anlamına gelen Aluh-Amut’dan geliyor.
Hasan Sabbah kimdir? Alamut Kalesi neden bu kadar önemlidir ...

            Bölgede yürüttüğü irtica hareketleriyle kendisine fazlasıyla mürid toplamayı başaran Hasan Sabbah bir şekilde kalenin içerisinde de bu faaliyetlerini yürüttü ve o zaman Kaleyi komuta eden komutanın elinden kaleyi almayı başardı. Hatta kimi kaynaklarda yüklü miktarda para vererek kaleyi aldığı söylenir. Bir rivayete göre de denilir ki Hasan Sabbah komutana 30000 altın karşılığında sığır derisin kapladığı bir alan kadar toprak istemiştir. Komutan bu teklifi kabul etmiştir. Ardından Hasan Sabbah sığır derisini o kadar ince parçalarla kesip uzatmıştır ki kalenin etrafını dönecek bir ip halini almış ve derinin içerisinde kalan kaleyi böylelikle ele geçirmiştir.Rivayet ne kadar doğrudur bilinmez ama netice de takvimler 1090 yılını gösterdiğinde Hasan sevgilisi  Alamut’a kavuşmuş ve Haşhaşi tarikatını kurmaya başlamıştır.

            Bundan sonra ki 34 yıl boyunca kaleden hatta odasından bile dışarı çıkmadığı söylenen Sabbah uyuşturucu özelliği olan haşhaş bitkisini kullanarak yalancı cennet inancı oluşturmuş ve kendisi için ölüme koşan fedailer yetiştirmiştir. İnsan zekası ile adeta oynamayı başaran ve insanın en güçlü duygusu olan inancı sömüren bu dahi adam bir çok suikasti başarıyla gerçekleştirmiştir. Öldürttüğü insanlar arasında zamanın devi Büyük Selçuklu’nun efsaneleşmiş veziri Nizamülmülk hatta kimi rivayete göre Alparslan’ın oğlu Melikşah  ta bunların arasındadır.  Melikşah’ın ölümünden sonra taht kavgaları yaşanan büyük Selçuklu devletinin çöküşüde aslında bu şekilde başlamıştır. Sadece kendi döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Ve bunların çoğu da üst düzey yöneticilerdir. Fedai adını verdiği bu ölüm makinelerini ölmeden cennete götürüp getirebildiğine inandırmayı başaran Hasan Sabbah gerçek bir dahi değilse nedir? Zekasını bir terör örgütü kurmak için kullanıyor olması bunu değiştirmez. Bir çok alanda bilgi ve tecrübe sahibi olduğu da aşikar.

            Son olarak final tadında bir rivayet ekleyerek bitirelim bol rivayetli yazımızı. Söylenen odur ki babasının ölümünden sonra Hasan Sabbah’a kinlenen Melikşah oğlu Sencer onu yok edeceğini söyler ve başlar hazırlıklarını yapmaya. Bunu duyan Sabbah sarayında ziyaret eder Sencer’i. Yanı kalabalık olan Sencer’e yalnız konuşmak istediğini söyler. Bu teklife karşılık Sencer çevresinde ki kalabalığı gönderir.Hasan askerlerin de çıkmasını isteyince iki baş muhafız dışında ki tüm askerleri çıkarır  Sencer.  Hasan son olarak onlarında çıkmasını ister, bunun üzerine Sencer ‘’onlar ve ben bir kişiyiz ben onlarsız onlar bensiz olmaz’’ diyince Hasan Sabbah muhafızlara dönerek ‘’şimdi size kılıcınızı çekip hükümdarınızı öldürmenizi söylesem ne yaparsınız’’ diye sorunca iki muhafız ellerini kılıçlarına götürüp kabzalarından çıkarırlar. Bunu gören Sencer söyleyecek bir şey bulamaz ve Sabbah mesajını iletmiş bir şekilde çıkar odadan.

Rivayet ne kadar gerçektir ne kadar değildir orası bilinmez fakat ateş olmayan yerden de duman tütmez. İnsan kendini her şeyin odak noktası zanneder. Her şeyi kontrolü altında sanır fakat her zaman bir üst aklın esiri olduğunu bilmez.

İnsanların dillerinde ki haşhaşın etkisiyle bizleri inandırdıkları yalancı cennetler için gerçek cennetlerimizden vaz geçiyoruz. Ne kadar garip…

 

                                                                                                                                                Adem Uğur ŞEKER 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Salıverin Küçük Enişteyi!!! (Büyük İskender)

Kont Drakula veya Kazıklı Voyvoda